[Bu eleştirim, "Ada" dergisinin Güz 2012 târihli 16. sayısında yayımlanmıştır.]
-Fethi Naci'nin anısına.-
Buket Uzuner'in, bir dörtleme
olacağını ve "Hava", "Toprak"la sürüp, "Ateş"le
noktalanacağını söylediği "Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları"nın ilk
cildi olan "Su" romanı yayımlandı. Mesaj verme kaygısında olduğunu
zaman zaman hissettiren, ama polisiye kurgusuyla yazıldığı için rahat okunulan
romanın ana konusuna kısaca değinelim:
Roman, gazeteci Defne Kaman'ın kaybolmasını öğrenmemizle başlar. "Gazeteci
Defne Kaman ... yüzyılın bu en sıcak yazının ortasında çok sıcak bir salı
gecesi, Kadıköy'den 20:45'te kalkan Barış Manço Vapuru'na biner[...]..."
(s.14), bir daha da inmez. Kamera kayıtlarında yoktur vapurdan iniş görüntüsü.
Şâhitler de görmemişlerdir vapurdan indiğini. Defne'nin annesi Ayten Bayülgen,
ablası Aysu Bayülgen Peker ve anneannesi Umay Otacı Bayülgen, kayboluşundan
otuz dokuz saat sonra, Kadıköy Karakolu'na kayıp müracaatında bulunurlar.
Karakolun komiserlerinden Ümit Kaman (evet, onun da soyadı Kaman'dır), o gün
yıllık iznine ayrılıp, memleketi olan Kaman'a gitmek ve orada şırıl şırıl akan
derenin kenarına hamak kurup, dinlenmek hayâllerindedir. Bu kayıp vaka ile mesai
bitimine kadar ilgilenip, nihâyet izine ayrılacaktır; ama işler öyle olmaz. Bu
olay ile ilgilenmeye başlar. Neden? Kendisi de bilmez bunu ("Bilmiyorum,
belki de onu bulmak benim birine karşı -kime?- gönül borcumdur?" s.134);
kendisi bilmeyince, okur nerden bilsin? Bu, romanın aksayan, havada kalan
birkaç hususundan yalnızca biridir.
Komiser Ümit Kaman, Defne Kaman'ı
bulmasında yardım etmesi için, Sahaf Semahat’tan yardım isteyecektir. Sahaf
Semahat, Kadıköy'deki "Kutlu Bilgi" sahaf dükkânını işleten ve orada
yatıp kalkan bir kadındır. Kitap okumaya meraklıdır. Komiser Ümit'le, Ümit'in
sevgilisi Tasvir'le "Kutlu Bilgi" adlı mekânına geldiklerinde tanışır...
Evet, bir de Tasvir vardır. Ümit'in
âşık olduğu bir kızdır. Tasvir de Ümit'e âşıktır. Ne ki, aralarında büyük bir
engel vardır: Ümit Alevî, Tasvir ise Sünnî'dir. İki tarafın ailesi de, bu
evliliğe karşıdır...
Karakterleri incelemeye birazdan
gireceğim için, ayrıntıları es geçip, romanın konusunu kabaca tamamlamak
istiyorum: Komiser Ümit Kaman, Sahaf Semahat ve onların hep yanında olan
anneanne Umay Bayülgen, Defne'yi bulmak için epey çaba sarf ederler. Bu
yolculuklarında, karşılarına kadın cinayetleriyle, hayvan ve doğa katliamları
çıkar. Defne'nin çalıştığı gazeteden iş arkadaşı Attilâ Güntekin de, olayın
çözülmesinde yardımcı olur. Ha, unutmadan; bir de defter vardır, bu olayı
aydınlatan: Defne'nin yazdığı "Su Kitabı". Yâni, Defne Kaman da
yardımcı olmuştur kendisinin bulunmasına. (Defne, ayrıca, birkaç kez Ümit
Kaman'a görünür, Kutadgu Bilig'den sözler yazılı olan kâğıtlar verir ve Ümit de
Sahaf Semahat’a, bu şifreli kâğıtları götürür. Semahat, kedilerinin ismi olan
Kutlu ve Bilgi'den de anlaşılacağı gibi, Kutadgu Bilig kitabını okumuştur. Hiç
zorlanmadan, bu mesajların o kitaptaki sözler olduğunu anlar.) Defne'nin nerede
olduğunu öğreniriz: Suda!... Kadın cinayetlerini (Defne, "erkek cinayetleri"
der) araştırdığı bir yazı-dizisinde röportaj yaptığı mağdurelerden olan Sakine
Neşeli'nin kocasından kaçmıştır. Bu röportaja sinirlenen dayakçı koca Savaş
Neşeli, önce karısını öldürüp bahçeye gömer, ardından da Defne'nin peşine
düşer. Peki, Defne bu esnada nerede saklanır: Suda! Evet, evet, suda... (s.291)
[Umay Bayülgen de, torunu Defne'nin, tıpkı Yunus Peygamber gibi suda olduğunu
düşünür. (s.201) ] (Romanda yaralı bir hâlde Kadıköy sahiline vurmuş/gelmiş bir
yunus da vardır. Bu yunusu, Savaş Neşeli yaralamıştır. Nedeni de, gözlerinin
Defne Kaman'a benzemesidir!) Nihâyet, kayboluşunun üçüncü gününde, Kadıköy
meydanında, ıslak vaziyette Komiser Ümit tarafından bulunur Defne Kaman; daha
doğrusu, Defne'yi bulamamanın üzüntüsüyle son bir kez orada, olay mahallinde
dolaşan Ümit'e el sallar Defne ve yanına koşan Ümit'in kucağına bayılarak
düşer. (s.312) Defne'yi, hemen Kalamış'taki evlerine götürür Ümit. Uzun bir
uyku çektikten sonra, kendisini sevenlerin (ki, annesi ve ablası, kesinlikle bu
sevenlerin içerisinde değildir: "Annem ve ablam Aysu, onları sevmem için
bana şans vermiyorlar." s.80) arasına döner. (s.310) Sevinç gözyaşları
dökülür; ama doğru düzgün dinlenmeden, patronu Cemâl Dokuzoğlu'nun, iş arkadaşı
Attilâ Güntekin'le kendisine verdiği yeni görev için yola hazırlanır ve roman
biter.
Bunun dışında, romanın diğer baş konusu ise Şamanlıktır (Kamanlık).
Şimdi, karakterleri tanıyalım:
DEFNE KAMAN
Kadın cinayetleri, çocuk gelinler,
hayvan ve doğa haklarına duyarlı bir gazeteci. Otuz altı yaşında. "Orta
boylu, uzun kızıl saçlı, çilli, yeşil gözlü, boşanmış, çocuksuz..." (s.4)
[Defne'nin boşandığı kocasının adı Dağhan'dır. Bu olaydan (Defne'nin kaybolması
olayından) iki yıl önce evi terk edip, "Budistlere karışır". (s.7-8).
Esasen, Defne'nin Dağhan'la evlenme kararı alması da ilginçtir: Onunla, şeftali
çekirdeğinin 'anlamını' bildiği için evlenir Defne. 'Anlamını' bilseydi,
çocukluk arkadaşı Timur'la evlenecekti. (s.241). Nedir 'mânâsı: "Şeftali,
hayatı öğreten bir meyvedir." Çekirdeği de, "bir meyvenin, özellikle
bir şeftalinin 'annesi' olma potansiyelini taşı[r]. (s236-237) İlginçtir,
Dağhan daha sonra evlenip Bursa'ya yerleşir. (s.241) Eğer bu da, romandaki
gereksiz sembollerden biri değilse, Dağhan'ın şeftali aşkından olsa gerektir.]
Kitabın adında da verildiği gibi, "uyumsuz" bir kadındır Defne Kaman.
Özel yaşamında da, mesleğinde de... Eyvallahı yoktur. "Sivri dilli ve
hükûmetin dikine giden biridir" örneğin. (s.137) "Uyumsuz"
olacağı, isminin konulma öyküsünden de bellidir: Ninesi Umay'ın dilinden
naklediyorum: "...Kızım Ayten, hamileliğinin son ayındayken rüyamda Defne
ile Apollon'u gördüm. ... Yunan mitolojisinde Defne, kendisine tecavüz etmeye
çalışan yarı-tanrı Apollon'dan kaçabilmek için ağaca dönüşür ya, benim
rüyamdaki Defne, tam tersine kendini kovalayan Apollon'u ağaca dönüştürüyor ve
sonra kendisi ormanda özgürce mutlu yaşıyordu!" (s.193)
UMAY OTACI BAYÜLGEN
Defne'nin anneannesidir. Defne,
"Umay Nine" der. Çok-bilmiş, gıcık bir kadındır bana göre. Romanda da
sıkça geçtiği gibi, hep bir "kraliçe edası" içindedir. "... ak
saçlarını küçük kızlar gibi başının iki yanından sarkan iki saç örgüsü yap[an],
uçlarını boncuklarla bağla[yan]" (s.2) bu kadının, romanın meselelerinden
biri olan Şamanlıktaki Kam'ları çağrıştırdığı, kitabın ilerleyen sayfalarında
da görülen bazı 'metafizik' (ya da başka bir okumayla, 'hastalıklı') hâllerinde
de fark edilir. Nedir bu 'metafizik' güçler: Örneğin, Defne'nin kaybolduğunu
ihbar etmek üzere karakoldayken, Komiser Ümit Kaman'ın telefonu çalar ve onu
arayan kişinin, Ümit'in annesi olduğunu bilir. (s.12) [Ümit de bu duruma şaşırır
elbette. (s.18).] Karşısındakinin düşüncesini okuyup, o sormadan cevabını
verir. (s.189). Ara sıra, cezbeye kapılırcasına, yabancı bir sesle konuşur bu
'metafizik teyze.' (s.300) Bu kadın diğer fâniler gibi değildir meselâ: Rüyaya
"yatar" (İslâm'daki "İstihâre"). Sonra, rüya görmez, ona
"rüya gelir"; hatta gaipten haber verir, falan... (s.205). Yalnızca
bir yerde, sahaf Semahat’la Yunus peygamber kıssâsı üzerine yaptıkları
sohbette, Semahat’ın bir anlık duraksamasından, "kıssâ"nın ne
olduğunu bilmediğini düşünür ve açıklama yapar (s.201); oysa Semahat, çok
okuyan ve mitolojiyle dinlere meraklı biri olarak, elbette biliyordur
"kıssâ" kavramını. Ama bu bile, inandırıcı kılmaz "Umay
Nine"yi. Bana göre, fazla zorlama bir "süper-woman" karakter
olmuş... Kültürlü bir kadındır Umay Bayülgen. [Umay'ın kendi soyadı
"Otacı"dır. Otacı=Eczacı. (s.17) İleride de değineceğim gibi, roman
bunun gibi simgeler ve göndermelerle doludur.] Eczacılık mezunudur. Ölmüş
kocası Korkut da doktordur. (Korkut=Dede Korkut. Al sana bir gönderme daha!)
Hangi dine mensup olduğu açık değildir. Kuvvetle muhtemel, Şaman'dır. Müslüman
olmadığı ise açıktır: Sütkardeşlerin evlenmesinde, kendisi açısından
"sakınca yoktur" çünkü. (s.240)
ÜMİT HAYDAR KAMAN
Bunalınca, Atatürk portresine bakan
bir komiserdir. (s.6) İkinci isminden de anlaşılacağı üzere, Alevî'dir. Annesi
"Haydar" der zaten. (s.226) Kitabın arka kapağında, isminin "Ali
Ümit" olduğu belirtilmiş ama romanda buna dair bilgi yok. Buket Uzuner,
Ümit'in Alevî olduğunu âdeta gözümüze sokar: Ümit, herkese "Can" diye
hitap eder örneğin. Ümit'in annesi de, her seferinde "Can Ümit'im"
der, keza. (s.70, 83, 140, 149) Yeminini de "Allah'ın, Ali'nin
aşkına" yapar. (s.242. 246, 256). "Erenler"i anar (s164, 221),
"Alevî selâmı" verir (s.258), falan... Velhâsıl, parodi bir tip
gibidir Ümit. Robotlaşmıştır âdeta; Alevî olduğu için, hep böyle konuşmak
zorundadır, diye düşünmüş yazar sanki.
Ailesiyle, Koşuyolu'ndaki bir sitede
oturan (s.27) Ümit Kaman, on bir yıllık polistir (s.69). Tasvir adlı kızı
sevmiştir ama "ailesi gençlerin evlenmelerini dini nedenlerle kabul
etmemiş[tir]." (s.27) (Ümit Alevî, Tasvir Sünnî'dir çünkü.) Tasvir'in
abisi Yunus, askerlik arkadaşıdır Ümit'in. O da karşı çıkar evlenmelerine. İki
aile ve iki mezhep de bağnazdır bu hususta; "sabır ve hoşgörüyü hayat
felsefesi yapmış bir gelenek" (s.27) olarak tanımlanan Alevîlik de,
zannederim romana göre böyle bir iddiası olmayan Sünnilik de... Tabii burada
insan sormadan edemiyor: İyi de kardeşim, biri komiser, diğeri de yüksekokul
mezunu kız. Bunlar ne demeye ailesine bağımlılar ki hâlâ? Dinlemeyiversinler...
Bu da romanın aksayan, havada kalan hususlarından biridir. Romanda buna iki
yerde değiniliyor; biri 133, diğeri de, Sahaf Semahat’ın Ümit'e bu hususu
hatırlattığı 157. sayfada; ama değinmekle kalınıyor. Tatmin edici bir açıklama
yapılmadan, geçiştiriliyor. Büyük eksiklik... Bunun üzerine Ümit de, ailesini
cezalandırmak için onlarla oturmaya karar verir. (s.70) Cezalandırması şu: O
evde otel müşterisi gibidir; ailesiyle konuşmaz, selâmı bile zar zor verir,
gelir gelmez odasına kapanır. Ailesini bu çocukça yöntemle cezalandıracağına,
karşı çıkıp savunsa ya kararını/aşkını! Romanın ilerleyen sayfalarında dendiği
gibi olmalıydı Ümit'in tutumu: "Baskıya karşı direnmek ve hayatını kurmak
için mücadele etmektir" aslolan. (s.226) Sonra, şu da var: Defne,
kendisini bulması için Ümit'ten yardım ister. Ara sıra sudan çıkar ve Ümit'in
eline ıslanmış kâğıt tutuşturur. Kutadgu Bilig'den öğütler vardır bu
kâğıtlarda/şifrelerde. Ümit düşünür (biz de): "Aynı karakolda kendisinden
çok daha kıdemli, deneyimli ve daha cesur komiserler varken neden kendisini
seçmiştir?" (s.70) Sorar ama yine havada kalan bir sorudur bu. Cevabı
verilmez romanda. Hayır, elbette ki "Neden bu karakter?" diye
sormayız; romancı istediğini yaratır ama bu soru romana konulmuşsa, tatmin
edici gerekçesi de yaratılmalıdır. Okur tahminde bulunabilir bu soru üzerine;
işte Alevidir, Alevîlikle Şamanlık arasında bağ kurulmaya da çalışılmıştır
(s.60), soyadı da benzer (Kaman)... diye. Ama o sorunun havada kalırlığı,
romana zarar vermeye devam edecektir...
Romanın başında Ümit'i "su,
su" diye yanarken görürüz. Susamış değildir elbette; istediği, bir an
evvel yıllık iznine çıkıp, memleketi Kaman'a, dere kenarına gitmektir. (s.34)
Romancının Ümit'e bu kadar "su" sayıklatması, romanın adının"
SU" olması olabilir.
Kendisine aldığı tek bir model -o da gerçek değil, kurgudur; bir roman
kahramanıdır-, New Yorklu dedektif Matt Scudder; devamlı, "Şimdi o olsaydı
bu durumda ne yapardı?" diye düşünen, çocuk gibi bir adamdır Ümit Kaman
(s.262). Lâf aramızda, fazlasıyla da gıcıktır. Sevemedim onu. Samimi ve sıcak
değil, yapay buldum. Romanda, ona yazılan diyaloglar da kötüdür. En az on defa,
'metafizik teyze' Umay Otacı Bayülgen için "Var bu Umay Nine'de bir sihir
efsun." diyor. (Bir örneği, 266. sayfada). Tıpkı, sevgilisi Tasvir için,
en az yirmi defa, "Memleketin en güzel esmeri" demesi gibi. Anladık
be adam!.. Yazarı da sevmemiş olabilir Ümit'i. Sevilecek gibi değildir.
Sonunda Tasvir'le kavuşurlar
birbirlerine. (s.320)
SAHAF SEMAHAT
Adı üzerinde, sahaftır. "Kutlu
Bilgi" (Kutadgu Bilig -O.Üçer) adlı dükkânı, Moda'dadır. (s.54)
Kitabevinin adı, Kutlu ile Bilge adlı kedilerinden mütevellittir. ["Kitap
ve hayvan sevmeyen insana güvenmem" (s.43) diyerek, gönlümü fethetti.]
Nevşehirlidir. Hikâyesini bu romanda öğrenemeyiz ama. Hep parça parçadır
bilgiler: Örneğin, "geçmişinde sır olarak sakladığı uğursuz olayı"
vardır Semahat’ın. (s.65) Tasvir'in intihar mektubunu okuyup (ölmez ama Tasvir,
kurtulur) ağlayan Ümit'e, "... benim için... bütün ayrılanlar için...
ağla" der (s.219); ama bu "kişisel nedenlerle kimliğini ve geçmişini
saklamak zorunda kal[an]" (s.225) ve asıl adı Sema olan (s.171) kadının, tabir-i
câizse, bir türlü öğrenemeyiz karın ağrısını. Dörtleme olacağından, diğer
ciltlere saklamış olmalı Buket Uzuner, Sahaf Semahat’ın öyküsünü. Ama şöyle bir
sorun var: Uzuner, bu romanla alâkalı, 10.3.2012'de, Sabah gazetesinden Figen
Yanık'a verdiği ve Sabah'n "Cumartesi" ekinde "Kadınlar Birlik
Olursa, Kadına Şiddet Kalmaz" başlığıyla çıkan röportajda, "İsteyen
Defne dizisini birbirinden bağımsız da okuyabilecek, beğenmezse bırakabilecek
yani..." diyor. Eğer öyleyse, Sahaf Semahat’ın, bir iki yerde
dillendirilen geçmişine dair kötü hikâyesini okur öğrenemeyecek demektir; yâni
-Çehov'dan alıntı yaparsak-, sahnedeki silâh patlamamış olacaktır. Böylesine
"havada kalmışlarla" dolu romanın da, beğeneni az olacaktır hâliyle.
Oysa ben, bir okur olarak, "İnsanlara güvensizlikten, yoğurdu üflemeye
bile yanaşmayıp, yoğurttan vazgeçen" (s.172); "kedileri dışında ne
bir bekleyeni, ne de sevincini paylaşacak bir yakını" olan (s.187) bu
kadını tanımak ve "başına gelenler[i]" (s.317) öğrenmek; "...
içindeki Eros'u bastırıp, kadınlığını unutan ve unutturan" (s.154, 170)
kötü olayları bilip, belki de Semahat ile bir okur-kurgu karakteri saflığıyla
dertleşmek isterdim. Bence romanın en inandırıcı ya da sıcak karakteridir Sahaf
Semahat.
ROMANDAKİ (GEREKSİZ) SEMBOL/SİMGE BOLLUĞU
Bu romanı okurken, şunu da
düşünmedim değil: Yazar, sanki yalnızca Şamanizm’i (Kamanlığı) anlatmak
istemiş, romanı da buna vâsıta kılmış. Bunu bana düşündüren nedenler, Şamanlık
hakkında verilen bilgilerin fazlalığı ve zorlama olan simge/sembol bolluğu. Bu
kadar da gönderme olmaz, dedim okurken. Örneklere geçmeden, şunu yazayım:
Romanda, Türkiye insanının bugünkü alışkanlıkları ve/veya âdetleriyle, Şamanlık
arasında bağ kurulup, o geleneğin devam ettiği vurgulanmak istenmiş: Doğa/canlı
sevgisi, ağaçlara çaput bağlama, nazar boncuğu takma... gibi. Okurken düşündüm:
Bu türden âdetler, yalnızca Şamanizm’de yok. Sümer'de de var; hattâ belki de
Sümer'den daha fazla âdet/inanç miras kalmıştır bize... Kültürlerin
birbirlerinden etkilenmesi doğaldır sanırım... Şimdi örneklere geçelim:
Üç, dokuz, kırk gibi sayıların
önemi, Şamanlıkta da vardır. Defne'nin Umay Nine'siyle oturdukları evlerinin
kapı numarası 40'tır örneğin. (s.255) Üç bacaklı kedileri vardır Defne'lerin.
İsmi, bacaklarının sayısıdır: Üç. (s.272) "Su Kitabı'nda üçlü sayfaları
aramalısın" der Umay, Semahat'a. (s.207) Defne'nin, paragöz, kötü bir
patronu vardır. Büyük bir gazetenin yöneticisi olan bu adamın adı Cemal
Dokuzoğlu'dur. Tuhaf bir soy ismidir Dokuzoğlu. Meğer yazar boşuna koymamış
bunu. Bunun da romandaki simge bolluğunda yeri varmış: Dokuz, Şamanlıkta kötü
bir sayıdır. Erlik Han'ın olduğu Cehennem dokuz kattır. (s.300). Böylece, Cemal
Dokuzoğlu'nun, eylemlerinden zaten sezdiğimiz kötülüğü, Şamanlıkla "garanti
altına" alınmış olur sanki. Yazar, bununla da yetinmez üstelik Kutadgu
Bilig'den de kanıt gösterip, kötülüğünü vurgular Cemal Dokuzoğlu'nun: Defne'nin
Ümit'e verdiği son şifrelerde, Kutadgu Bilig'den şu beyitler ('şifreler')
vardır: "Her işte hiddet gösterenler/İçkiye düşkünler veya çalıp
çırpanlar..." (s.278). Aa, ne tesadüf, birkaç sayfa sonra öğreniriz ki,
Cemal Dokuzoğlu alkoliktir de! (s.283) Son olarak şu örneği vereyim: Defne
Kaman'ın 'kaybolmadan' (doğrusu, saklanmadan) önceki araştırması olan kadın cinayetleri
üzerine yaptığı röportajlardan biri, kocasının daha sonradan kesip bahçeye
gömdüğü ve (öldürmek kastıyla Defne'nin peşine düştüğü) Sakine Neşeli'dir.
Kadının soyadıyla yaşamındaki ironiyi bir tarafa bırakıp, şiddet düşkünü bir
hasta olan kocasının ismine bakalım: Savaş. İşte yine sembol!.. Anlıyorum,
Buket Uzuner, toplumun içindeki -belki de fark etmediğimiz- sindirilmiş şiddete
dikkat çekip, çocuğunun ismini "Savaş" koyan (bana göre de) sakat
zihniyeti ortaya seriyor ve çok da iyi yapıyor; ama gel gör ki bunu da tadında
bırakmayıp, kör kör parmağım gözüne misali yapınca, işin ciddiyeti kalmıyor. İş
bence, adamın adını "Savaş" olarak koymakla bitmeliydi, ârif olan
anlayacaktı çünkü; ama hızını alamayıp, Sakine ve Savaş çiftinin çocuklarına
"Savaş, Cenk, Öcal, Hıncal, Cihat" (s.290) adlarını verdirtince,
istenen mesaj verilmediği gibi, okurun zekâsında da hakaret ediliyor, bana
kalırsa...
ROMANDAKİ HATALAR
Bu romanda, bir yazara, hele hele,
Buket Uzuner gibi usta bir yazara yakışmayacak dikkatsizlikler gördüm. (Bu
yakışıksızlıkta, iyi bir yayınevi olan Everest'in de payı var kuşkusuz.).
Yukarıda da birkaçını belirttiğim hatalara, biraz ayrıntılı bakalım:
"Yakası açılmadık küfürler" deyimi, olmuş, "eteği açılmadık
küfürler." (s.35) Birleşik yazılması gereken "Yâhu" ünlemi,
romanda geçtiği belki yüzlerce yerin (Ümit Kaman, neredeyse her cümlesine nokta
yerine kullanır bu ünlemi.) hepsinde, "ya hu" diye ayrı yazılmış
nedense? Benim de ara sıra kullandığım bir ünlem olan "yâhu"nun, Türk
Dil Kurumu'nun sözlüğünde de, "Kubbealtı Lûgatı" da denilen üç
ciltlik "Misalli Büyük Türkçe Sözlük"te de, bugüne kadar okuduğum
kitaplarda da, Uzuner'in "Su" romanında olduğu gibi, "ya
hu" diye ayrı yazılmış 'versiyonuna' rastlamadım. Yine bunun gibi,
sözlüklerde görmediğim bir yazım şekli: "Ân". Uzuner,
"ânı", "ânında", "ân-ı vâhit (bir an)" gibi,
"an" kelimesinin ek aldığı örnekler dışında; yani, tek başına
yazıldığı durumlarda konulmaması gereken 'şapka'yı, nedense, istisnasız her
"an" kelimesine koymuş. (129. sayfadaki "... acı çektiği ânlar."
söz öbeğindeki "an"da da var 'şapka' imi.) Oysa tek başına
söylendiğinde, bir uzatma ya da inceltme olayı olmadığından, 'şapka'ya gerek
yoktur. "Dersaadet"in, "Der-i Saadet" biçiminde yazıldığını
bilmiyordum. (s.66). Benim baktığım sözlüklerde de bulamadım bu tamlamayı.
Belki, çok eskiden böyle yazılıyordur? "Basireti bağlanmak" deyimi,
TDK'nın sözlüğüne göre "İyi düşünemez, gerçeği göremez bir duruma
düşmek" demektir. Kubbealtı Lûgatı da, birisinin, ancak "gaflete
düşmekle" basiretinin bağlanacağını söyler. Romanda, Sahaf Semahat, Umay
Bayülgen'le ilk karşılaşmasında fazla konuşmak istemez, oturdukları kafeden
kalkmak ister; ama Umay Bayülgen, konuşmasıyla âdeta büyülemiştir Semahat’ı.
"Basireti bağlanmıştı, gidemedi" der anlatıcı. (s.187) Basiretin
bağlanması, gaflete düşmekle ilintili olduğuna ve Umay Bayülgen'le -zorla olsa
da- konuşmak kötü bir şey olmadığına göre, bu deyimin buraya uyup uymadığı
konusunda kararsızım. Üstelik iki sayfa sonra, Umay Bayülgen'in ağzından bu
deyim yorumlanmış da. (s.189) "Siyah jöleli saçlı" denilmiş. (s.190).
Eğer kastedilen (var mı bilmiyorum ama) siyah jöle değilse, "jöleli, siyah
saçlı" olmalıydı. Buna benzer bir hata da şu: "Uzaktan, baba
tarafından kuzenim" cümlesi. (s.150) Sanki uzak olan baba gibi olmuş;
"Baba tarafından, uzaktan", meseleyi hâlleder. Garson konuşurken
"şarz" diyor. (s.191) Garsonun o kelimeyi yanlış telâffuz ettiği
vurgulanmak istendiyse, hata yok. Türkçe sözlüklerde ve Sevan Nişanyan'ın
"Sözlerin Soyağacı/Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü"nde öyle
olmadığı yazsa da, "cemre" sözcüğünün, Altayca bir kelime olduğu
söylenen "imre"den geldiğini öğrendim. (s. 194) Hata mı değil mi
bilemedim; ama nedense, romanın ilk cümlesi, 15. Bölüm'e de ilk cümle olmuş.
(s.105) Kur'ân-ı Kerim'in surelerinden olan Nîsâ'nın anlamı "Kadın"
olarak verilmiş (s.201); oysa bu kelimenin anlamı "kadın" değil
"kadınlar"dır. Tekili ise, (kuraldışı bir biçimdir bu)
"imrâ"dır. (Nişanyan) Yine, Kur'ân-ı Kerim surelerinden olan
"Saffât"ın 143. ayetinde "Biz onu (Hz. Yunus'u -O.Üçer) yüz bin
insana peygamber olarak yolladık." diye yazdığı söylenmiş. (s.201) Hâlbuki
bu âyetin numarası 143 değil, 147'dir. Bir de, "El-Ankâf Suresi’nden
bahsedilmiş (s.202), ancak böyle bir sure yoktur; belli ki "El- Ahkâf Suresini’nden”
denmek istenmiştir. "Amerikan bar", "emerikan bar" diye
yazılmış. (s.259) "New York'lu" yazılmış (s.262). Malum, yapım eki
olan "-li", "-lu" ayrı değil, birleşik yazılır. Ümit Haydar
Kaman "Allah, Muhammet, Ali aşkına!" diye bağırır. (s.268) Bu isimde
olan başka biri, tercihine göre isminin sonundaki harfi "t" yapabilir
ama İslâm Peygamberi Hz. Muhammed'in isminde, doğal olarak, "t" harfi
olamaz. Bu kadar hatanın içerisinde "yetenekrlerine" (s.280) önemsiz
kaçar ama olsun; olmaması gerekirdi. Tıpkı, "hayvanların dizisi"
(s.60) değil, "dişisi" olduğu gibi. (s.133) ["Genç
kadınınsa" yerine "genç kadınsına" (s.130), "şıkır
şıkırsu" ve "Ben onları algıladığımda sırada" (s.231) gibi yazım
hatalarına değinmiyorum bile.] Son zamanlarda kullanılan, ancak sözlüklere
zannederim girmeyen bir birleşik sıfat olan "Sevgideğer", bu romanda
yanlış olarak "Sevgi değer" diye ayrılmış. (s.329) Bu memlekette
"Arapça da olsa" (s. 74 -Evet, aynen bu ifade yazıyor!)
"vuslat" kelimesine ihtiyaç duyuluyormuş. Oysa bize ne kadar uzak bir
dil Arapça. Romancı/anlatıcı, bu yüzden yadırgıyor olmalı. Hâlbuki Fransızca
"Union" falan dense, daha bir bizden olurdu. Defne Kaman, kaybolduğu
(saklandığı) gün, Kadıköy'den Beşiktaş vapuruna bindiğinden, doğal olarak,
Beşiktaş'tır vapurun varış durağı; oysa sayfa 107'de, Karaköy denmiş. Bir yerde
de, "-de" bağlacının birleşik yazıldığını gördüm: "Birde baktım
ki..." (s.111). Bunların dışında, bir gereksiz virgül (s.271), yine
gereksiz noktalı virgül (s.75); olması gereken iki noktanın (s.123), noktalı
virgülün (s.238) ve konuşma tırnağının (s.304) eksikliğini, bilmem söylemeye
gerek var mı? (Ben, romanı, "Mart 2012" tarihli ilk baskısından
okudum.)
Bir de, tuhaf bir durumdan söz
etmeliyim: Anlatıcının, Sahaf Semahat’ın iyi bir okur olduğunu vurgulayıp,
"derinlikli ve ölümsüz roman karakterlerinden dostları" olduğunu
söyleyip sıralanırken (s.147), bu "derinlikli ve ölümsüz" roman ve
karakterlerine, bir Buket Uzuner kitabı olan "Kumral Ada Mavi Tuna"yı
eklemek (s.148) ne kadar etik?
Bu kadar ayrıntıya, ince eleyip sık dokumaya gerek var mıydı, denilebilir.
Evet, vardı. Büyük usta Fethi Naci, bu hataları önemser ve eleştirilerinde de
"yazarın dikkatsizliği" diyerek yer verirdi. İlköğretimdeki ya da
lisedeki kompozisyon derslerinde öğrenciler yapsa epey not kırılacak olan bu
yanlışları, deneyimli bir yazarın yapması, bence kabul edilemez bir
dikkatsizlikler zinciridir... [Güzel sözdür: Lûgatta pehlivanlık olmaz.]
SONUÇ
Romanın sonunda, anlatıcı, "...
bu kitapta size sadece ve sadece 'hakikati gülerek nakletme'ye, 'gerçek
bilgeliğin delilik' ve 'kendini bilge sanmanın da gerçek delilik' olduğunu
hatırlatmaya çalıştım." diyor (s.328-329) ama, "bu kitabın iyi
yürekli, zarif ve kibar okuru" olarak bendeniz (s.328), romanda bunu
göremedim nedense? Benim eksikliğimdir, kuşkusuz.
Uzuner'in, polisiyenin sıkmayan
diliyle yazdığı romanı, Şamanlık hakkında verdiği -roman için- sıkıcı bilgiler
ve Defne Kaman'ın "Su Kitabı"ndan aktarılan, okuyucuya köşe yazısı
okuyormuş hissi veren (Şiirsel tasvirlerin yapıldığı "Hamam Kubbesinden
Suya Yansıyan Işık" bölümü dışında) yazılarına rağmen, merak uyandıran,
Kadıköy'ü sevenlerin gönlünü okşayan, hayvanseverleri yaralı yunusla önce üzen,
sonrasında iyileşmesiyle sevindiren, hoş vakit geçirtecek bir kitap. Elbette,
yukarıda sıraladığım hataları görmeden okuyabilirseniz...
...