[Bu yazım GRANADA dergisinin Nisan-Mayıs 2014 tarihli sayısında yayımlanmıştır.]
Mektup,
günlük ya da anı, okumayı pek çok sevdiğim türlerdendir. Neden seviyorum?
Sanırım seviğim yazarların –özel hayatı da dahil- her şeylerini merak
ettiğimden. Garip bir zevk… Fakat şunun da farkındayım: Bu türler, aynı
zamanda, fevkalâde yanıltıcıdır! Yazarı hakkında gizli kapaklı bilgiler
edineceğinizi ya da onun gerçek yüzünü
göreceğinizi zannedersiniz; fakat büyük bir kumpasla
karşı karşıyasınızdır: Okuduğunuz satırlar, yayınlanacağı bilinciyle/niyetiyle
kaleme alınmış; dolayısıyla, yazarının kendisine biçtiği bambaşka bir kimlikten başka bir şey değildir!
Bu noktada benim aklıma o meşhur söz
gelir: “Je est un autre.”
(Rimbaud) Onun yanına, yine çok sevdiğim
şu deyişi eklerim: “L’apparence est trompeuse.”
Bana göre bu iki söz, pek çok yazarın mektup, anı ya da güncesine (yayımlanacak
gözüyle yazılanlara elbette) epigraf olmalıdır. “Ben bir başkasıdır.” ve “Görünüş
aldatıcıdır.”, bu türden kitaplar için biçilmiş iki sırma kaftan.
Yakın zaman önce yayımlanan (Şubat
2014,YKY) “Yalnız Seni Arıyorum”/”Nahit
Hanım’a Mektuplar” (Orhan Veli) kitabı, okuduğum ve anladığım kadarıyla,
yukarıda sözünü ettiğim türden bir yanıltıcılığı
hâiz değil; çünkü Orhan Veli, bu mektupları, yayımlanmak amacıyla yazmamış. Ya
nedir? Âşık olduğu kadına, her şeyiyle dökmüş içini. Pek çok erkeğin söylemeye
gönül indirmeyeceği/söylemeyi gururuna yediremeyeeği parasızlığını dahi her
fırsatta dile getirmiş.
NAHİT HANIM KİMDİR?
Kitabın editörü Murat Yalçın’ın
kaleminden naklediyorum: “Sanat ve edebiyat ortamlarında ‘Nahit Hanım’ diye
bilinen Nahit Gelenbevi, Ankara ve İstanbul’da öğretmenlikle geçirmiş ömrünü
(1909-2002). Eğitimci Halil Vedat Fıratlı ve Arif Damar ile evlilikler yaşamış.
Çocuğu olmamaış ama Samet Ağaoğlu ‘Rönesans gibi kadın’, Cemal Süreya ise
‘Cumhuriyet dönemi küçük burjuva duyarlığının anası’ diye söz etmiş ondan. Nihayet
dönüp baktığımızda, edebiyat mahfillerinde ‘Orhan Veli’nin sevgilisi’ diye
ünlenmesinin yanı sıra, 1930’lardan 1940’lara, tam altmış yıl boyunca evini bir
sanat albümüne çevirmiş; hakkında şiirler (Sabahattin Ali, Orhan Veli, Arif
Damar, Gülten Akın) ve yazılar yazılmış; Atatürk’le üç defa dans etmiş bir
hanımefendi portresiyle karşı karşıya olduğumuzu görürüz. …” (s.7-8. Not: Murat Yalçın’ın bu sunuş
yazısından, mektuplara ulaşılması ve yayımlanma süreci de öğrenilebilir.)
Sabahattin Ali de âşıktır Nahit Hanım’a. Orhan Veli, 5 Nisan
1947 tarihli mektubunda şöyle der: “…Aramaızda şüphesiz hiçbir kötü şey yok.
Aşk bahsindeki düşünceleriyle beni senin elinden alması bahsine gelince; hiç de
öyle olduğunu sanmıyorum. Beni hiç kimse senden uzaklaştıramaz.” Nitekim,
Sabahattin Ali, Nahit Hanım’dan karşılık alamaz. (s.44) Kitaba, Cemal Süreya’nın o
enfes “99 Yüz” kitabındaki “Nahit Hanım”
portresini de almışlar. Usta şair ve nâsirin şu paragrafı, pek güzel özetlemiş:
“Bir sanat albümü Nahit Hanım’In evi. 1930 dendi mi, Hasan Âli Yücel,
Sabahattin Ali, Peyami Safa çıkar; 1940 dersin, Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih
Cevdet, Sabahattin Eyuboğlu… 1950 dedin mi, Edip Cansever, Metin Eloğlu, Alp
Kuran; 1960, Gürdal Duyar.” (s.16)
AH ŞU PARASIZLIK VE AŞK BELASI
Orhan Veli’nin, dokuz mektupta “canım sevgilim” diye hitap ettiği; “yalnız seni arıyorum” (s.23) dediği; bana, Ahmed Gazâlî’nin o enfes “Mâzursun” şiirindeki “Ben sensiz bin gece kan ağladım / Sen bir gece sensiz kalmadın, mâzursun.” mısralarını hatırlatan, “Senini duyacağım. Ara sıra elini tutacağım. Sen bunların nasıl bir saadet olacağına akıl erdiremezsin. Çünkü her zaman kendinin yanındasın.” (s.62) diye yandığı bu mektuplar, sırılsıklam bir aşkın belgeleri bence. Peki aynı karşılığı Nahit Hanım’dan görebiliyor muyuz? Onun mektuplara verdiği karşılıklar yok bu kitapta; fakat Orhan Veli’nin mektuplarından apaçık anlaşılıyor: Hayır! Öyle görülüyor ki, Orhan Veli, bu yasak aşkın cefasını tek başına çekiyor. (Nahit Hanım, bu mektuplaşmalar esnasında, Halil Vedat Fıratlı isminde bir eğitimciyle evlidir. Anlaşılan, mektuplardan birini okumuştur Halil Vedat Bey. Orhan Veli, 1 Eylül 1949 tarihli mektubunda, bu hususa şöyle temas eder: “...mektubunu açıp okumak nezaketsizliğini gösteren bir insana karşı suçlu olma. Üstelik bu nihayet seninle benim aramdaki bir hadisedir. Halbuki zevcinizin maşukaları dillere destan. Yalnız sen mi kabahtli olacaksın? [s.137] Orhan Veli’nin daha önceki -22 Ocak 1947- mektubundan, Nahit Hanım’ın, kocasından “…hürmet ve muhabbetle bahsetme[diğini]…” öğreniyoruz. [s.31]) Peki nedir bu hasretin nedeni? Nahit Hanım’ın Ankara’da, şairimizin İstanbul’da olması. Mesafeler mesele mi? Paranız yoksa mesele; hem de büyük, çok büyük türden… Orhan Veli’nin hâli, içler acısıdır: “Mektubumu ayın 27’sinde yazdım. Fakat parasızlık yüzünden ancak bugün atabiliyorum.” (s.43). “Değil eğlenmek gezmek, herhangi bir insanla konuşmak imkânından bile mahrumum. Çektiğim sefaleti, çektiğim sıkıntıları bir bilsen… Bir çorap alamadığıma üzüldüğüm, birçok günlerimi sabahtan akşama kadar aç geçirdiğim bir sırada, sen tutturmuşsun, ‘Nasıl yaşadığını biliyorum.’ diyorsun.” (s.58). “Çay-kahve içemiyorum. Cigarayı da azalttım. …bu perhize maddi şartların çok yardımı oluyor. … Yazılarıma para verecek birkaç muvafık gazete var. Fakat çok sefil ücretler uğruna köle olmak istemiyorum.” (s.73). “Benim Ankara’ya gelemeyişim sadece parasızlık yüzünden. İktisadî imkânlarım seninki gibi olsa, burada bir dakika durmam.” (s.75). “İsterdim ki … hemen Ankara’ya gelebileyim. Ama vaziyetimi bir düşün. İki günden beri yağan yağmura ve soğuğa rağmen üstümde beyaz bir ceket var. Papucum yok, gömleğim yok, kravatım yok, pardösüm yok.” (s.89-90). “Bir pardösü, bir ayakkabı, bir de yol parası tedarik edebilirsem ilk fırsatta gelmek isterim.” (s.99). “ ‘Günlerce bir postaya mektup atacak kadar paran olmuyor mu?’ diyorsun. İnan, günlerce olmuyor.” (s.104) Ben, karamsarlığa eğilimli; fakat aynı zamanda ondan korkan biri olduğum için, umutla bitirmek istiyorum: “Sen her zaman ‘İstersen her şey olur.’ dersin. Galiba kaderimizi arzularımızla yeneceğiz.” (s.109)