13 Eylül 2012 Perşembe

HALDUN TANER'DEN, EDEBİYATA DÂİR


     Yaşar Nâbi, edebiyatçılarımızın cevaplaması üzerine anket soruları hazırlamış ve bu soruları, bugün artık hepsi klâsik mertebesinde olan yazarlarımıza göndermiş. Bu sorular, Varlık Yayınları'ndan "Edebiyatçılarımız Konuşuyor" adıyla, 1953 yılında yayımlanmış. Soruların yöneltiği sanatçılar arasında, Haldun Taner de var.
     Haldun Taner'in, o ankete verdiği cevaplardan son ikisini, önemli olduğu gerekçesiyle, buraya naklediyorum:

Soru: Bugünkü edebiyatımız hakkında hükmünüz?
Cevap: Kanaatimce, bugünküler dünkülerden çok daha iyi yazıyorlar. Teşbihte hatâ olmaz derler; ben eskileri, kafe şantanlarda, keman çalan routine sâhibi, tekniği kusursuz, fakat müptezel ifâdeli kemancılara benzetiyorum. Şimdikilerde ise, belki ne routine, ne de teknik var; fakat tonlarında, yay çekişlerinde, hakîkî bir violonist, hakîkî bir sanatkâr klâsı kendini belli ediyor. Şunu tavzîh edeyim ki, eskilerden kastım, M. Ş. Esendal gibi, bugünkü genç hikâyeci neslinin öncülüğünü yapmış şahsiyetler değil, ısıtıp ısıtıp ayni şeyleri önümüze süren, hem de ayni şekilde süren profesyonel muharrirlerdir. Mâmâfih, nankör olmayalım. Onlar öyle yazmasa idiler, bugünküler böyle yazamazdılar.

Soru: Edebiyatımızın gelişmesi için neleri gerekli görüyorsunuz?
Cevap: Hebbel, sanatkârı ipek böceğine benzetmişti. <Pamuklu çamaşırlar moda olmakla, ipek böceği nasıl koza yapmaktan vazgeçmezse, sanatkâr da, rağbete filân kulak asmayıp, kendi köşesinde bildiği gibi kozasını yapmalıdır.> der. Eskiden çok beğendiğim bu söze, şimdi pek iştirâk edemiyorum. Sanatkâr ne evliyâdır, ne insan-üstü bir varlık. Ferâgatin de bir haddi olmak iktizâ eder. Hiç alâka görmeyen bir sanatkârdan ben pek iyi bir şeyler çıkacağını sanmıyorum. Halkla, geniş okuyucu kitlesi ile ilk temas şarttır. Okuyucusu üç bini aşmayan dergiler bu işe kâfi gelmiyor. İstedikleri, biraz hüsniniyet gösterebildikleri ve gerçek sanatkârları, içi geçmiş kof kıymetlere tercih edebildikleri gün, gazeteler bu fonction'u çok daha iyi başarabilirler. Neşriyat müdürlerinin dillerine doladıkları <Ne yapalım, halk öylesinden hoşlanıyor.> tevîli, ancak halkın önüne daha iyisini sürüp, menfî netîce aldıktan sonra meşrû olabilir. Bence genç istidatların çoğunu daha başlangıçta kırıp gücendiren, işte bu inatçı -ve hattâ mürettep diyebileceğim- alâkasızlıktır.[Not: İmlâya -"şapka" dışında- müdâhale etmedim. -O. Üçer]